Kahve dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın günlük rutininin bir parçası. Farklı coğrafyalarda bu kadar çok kişinin vazgeçilmezi haline gelebilmiş az sayıda gıda vardır.
1500 yıldan uzun süredir tüketildiği düşünülen kahve, kimilerine göre 17. ve 18. yüzyıllarda Aydınlanma’nın önemli tetikleyicilerinden. Modern dünya düşünürlerinin ve çığır açan fikirlerinin de dolaylı olarak destekleyicisi.
Kahvenin vücudumuzdaki etkilerinin asıl mimarı olan kafein, dünyada en yaygın tüketilen psikoaktif madde olarak sayılıyor.
VÜCUDUMUZU NASIL ETKİLİYOR?
Kafein, kahvenin içilmesinin ardından, sindirim sistemimizde işleniyor ve mide duvarı ve ince bağırsak yoluyla doğrudan kana karışıyor.
Ancak etkileri, sinir sistemine erişmesiyle birlikte hissediliyor.
Kafein, adenozin adı verilen ve vücudun doğal olarak ürettiği bir maddeyle kimyasal olarak benzerlik taşıyor. Adenozin, sempatik sinir sistemini yavaşlatan, nabzı düşüren, uyku ve rahatlık hissini artıran bir nörotransmitter.
Kafein adenozine bağlanarak ve onu bloke ederek, vücutta tam tersi bir etkinin oluşmasını sağlar. Yani uyanıklığın artmasına ve dikkat seviyesinin yükselmesine neden olur.
Kan basıncı artar, beyin aktivitesi hızlanır, tetikte olma hali ortaya çıkar. Bu durum konsantrasyonun daha uzun süre artmasını getirebilir.
Kafein, kişinin duygu durumunda iyileşme, yorgunluğun azaltılması ve fiziksel performansın artmasını da sağlayabilir. Bu özellikleriyle, sporcular tarafından da antrenmanlardan önce kafein sıklıkla tüketilir.
Bu etkiler 15 dakika ile 2 saat arasında devam edebilir. Kafeinin vücuttan atılması, tüketiminden 5 ila 10 saat sonra gerçekleşir ancak etkileri daha uzun sürer.
Sağlıklı yetişkinlerde günlük kafein tüketimi tavsiyesi olarak 400 miligramlık bir üst sınırdan söz edilir. Bu da aşağı yukarı 4-5 fincan kahveye tekabül eder. Ancak biyolojik etkilerin kişiden kişiye oldukça farklı yaşanabileceği ve kahvenin türü gibi etkenlerin de önemli olduğu unutulmamalı.
‘KARARINDA’ KAHVE İÇMENİN FAYDALARI
Tavsiye edilen miktarın üzerine çıkıldığında, uyku bozuklukları, kaygı bozukluğu (anksiyete), taşikardi, midede rahatsızlık hissi, baş ağrısı gibi sorunlar görülebilir.
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, çok fazla miktarda kafein tüketmenin toksik etkileri olabileceği uyarısını da yapıyor. 1200 miligram, yani yaklaşık 12 fincan kahvenin kısa sürede tüketilmesi halinde nöbet benzeri ciddi sağlık sorunları yaşanabilir.
Kararında içildiğinde ise kahvenin faydalı olabildiği vurgulanıyor. Harvard Üniversitesi’nden Dr. Mattias Henn, “Günde 2-5 fincan kahve tüketmenin ciddi sağlık sorunlarının azaltılması, diyabetin, kalp-damar hastalıklarının hatta bazı kanser türlerine yönelik riskin azaltılmayla ilişkisi olduğu değerlendiriliyor” yorumunu yapıyor.
KAHVE NEREDEN GELİYOR?
Kahvenin yolculuğu aslında, Kızıl Deniz’in güney ülkelerindeki yaylalardan, Etiyopya ve Yemen’den başlıyor.
Bir efsaneye göre Etiyopya’da 9. yüzyılda Kaldi adlı bir keçi çobanı, garip bir ağacın meyvelerini yiyen keçilerinin tüm gece uyanık kaldıklarını ve enerji dolu olduklarını gördü. Çoban bir grup keşişe haber verdi ve keşişler bu meyveden, kendilerini ibadet sırasında uyanık tutacak sıcak bir içecek yapabileceklerini gördüler.
Efsane doğru mudur bilinmez ancak 15. yüzyıl itibariyle Yemen’de kahve kavrulduğunu biliyoruz. Orijinal adı “kahva” Yemen’de şarapa verilen addı. Yemenli Sufiler kahveyi, dikkatlerini yoğunlaştırmak ve manevi arınma amacıyla kullanmışlar.
Bir yüzyıl sonra kahve, İran, Mısır, Suriye ve bugünkü Türkiye sınırlarında tanındı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun da kahve kültürünün dünyaya yayılmasında büyük bir etkisi oldu. Suriye’nin kozmopolit Halep kentinde yaygınlaşan kahvehaneler 1554’te de Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da açılmaya başladı. Ardından kahve kültürü Avrupa’ya sıçradı.
Bugünkü kahve üretiminin yüzde 90’ından fazlası çoğunlukla Güney Amerika ülkelerinden sağlanıyor. Bunun yanı sıra Vietnam ve Endonezya da önemli kahve yetiştiricisi ülkelerden.
Tüketim ise büyük oranda gelişmiş sanayi ülkelerinde odaklanıyor.
“KAHVE OLMASAYDI, AYDINLANMA OLMAZDI”
20. yüzyılın önde gelen Alman filozoflarından Jürgen Habermas’a göre kahve olmasaydı Aydınlanma yaşanmayabilirdi.
Habermas’a göre kahvehaneler 17. ve 18. yüzyıllarda kamusal alanda “eleştirinin merkezi” haline gelmişti ve buralarda yeni fikirler filizlendi.
Önde gelen Aydınlanma düşünürlerinin de kahveye düşkün olduğunu biliyoruz.
Fransız düşünür Voltaire’in günde 50 fincandan fazla kahve içebildiği iddia ediliyor. Bazı kaynaklarda bu sayı 72 olarak yazılıyor.
ABD’deki Vanderbilt Üniversitesi’nde Kahve Çalışmaları Enstitüsü’nü de yöneten antropoloji profesörü Ted Fischer, kahvenin kapitalizmin yükselişinde de önemli rol oynadığı görüşünde.
BBC’ye konuşan Fischer, “Kahve tarihin akışını değiştirdi ve Aydınlanma ve kapitalizme kapı aralayan fikirlerin gelişmesini tetikledi” diyor ve ekliyor:
“Bana sorarsanız demokrasi, rasyonalizm, deneyselcilik, bilim ve kapitalizme ilişkin fikirlerin, kahve tüketiminin yaygınlaştığı zamana denk gelmesi yalnızca bir tesadüf olarak görülemez. Bu madde, algıyı ve odaklanmayı geliştiriyor ve kapitalizme kadar uzanan bağlamın bir parçası.”
Fischer, kapitalizmin doğuşunda patronların işçilerine kahve arası için izin verdiğini, bu maddenin üretkenliği geliştirdiğini fark ettiklerini dile getiriyor.
KAHVENİN ‘KARANLIK TARAFI’
Kahvenin tarihini tamamen gelişim ve yeni fikirlerin doğuşuyla eşleştirmek ise hikayenin eksik kalması anlamına gelebilir.
Çünkü kahvenin üretimi ve bu üretimin yaygınlaşması, büyük bir köle sömürüsüne de dayanıyordu.
Fransızlar Haiti’deki kahve üretiminde Afrika’dan köleleri çalıştırıyorlardı. 1800’lerin başında da dünyadaki kahve üretiminin üçte birini gerçekleştiren Brezilya, Afrikalı köleleri işe koşuyordu.
Kimilerine göre, kahve üretiminde bu anlamda “çok değişim olmadı.” Heifer International adlı kâr amacı gütmeyen kuruluşa göre kahve endüstrisinde halen az gelişmiş ülkelerdeki sömürü sistemi rol oynuyor.
50 ülkede yaklaşık 125 milyon kişi, kahve üretimiyle geçiniyor, ancak yarıdan fazlası yoksulluk içerisinde yaşıyor.
Bugün günde 2 milyar fincan kahve tüketiliyor.